Prolog
Uyku zamanda delikler açabilirdi. Uyku bir tampon, bir fren, bir duman veya bir öğle yemeği yerine geçebilirdi. Bir önceki gece uyumadan önce neden uyanacağını bilmediğin gibi, neden uyuduğunu da bilemezdin. Kural buydu.
Ben oldum olası uykuyu çok severim. Çocukken de akşam ezanını duyunca camdan gelecek azarı beklemeden eve dönebilen bir modeldim. Akşam ezanı onca çocuğun içinde sanki sadece bana atılan offline bir çağrıydı. Direnmezdim. Aksine rahatlardım. Bugünkü halime nazaran kolaylıkla herhalde bugünlük bu kadar yeter diyebilirdim. (Diğer çocuklar gibi eve çıkmayacağım diye kendimi yerden yere atmalarım ergenlikle, yazlıktaki havalılarla takılmamla ve ilk içilen içkilerle olacaktı. O zamanlara daha vardı.)
Annem bir dönem saatleri takip etmezdi. Apartman merdivenlerini ikişer üçer çıktıktan sonra onu arkadaki küçük odada BBG izlerken bulurdum. Işıklar henüz açılmamış, cam hafif aralık, gün battı batacak... Bu anlarda annemi uzun yıllar beni ayağında sallaması için suistimal ederdim. Vaadim ise basitti. İki sallasan gideceğim. Söz. Sözümü de tutardım. Her defasında koca bir kazık olarak iki sallandığında gerçekten giderdim, uykuya, rüyaya, artık her nereye ise oraya... Yani akşam haberleri saatinde çoktan önce annemin ayağında, sonra koltukta, gecenin bir anında da yatağımda uyuyor olurmuşum.
Dünya ile o zaman işim yoktu. Ailem bensiz çok eğlenmezdi. Benimle de eğlenmezdi. Çok bir şey kaçırmazdım. Sabahları kendim uyanırdım. Uykuyla büyüyordum. Ben büyüdükçe ilişkimiz de büyüdü. Hiç hesapta yokken bir öğle vaktinde aklıma düşer, akşam yemeğinden sonra demlediğim çayın önüne geçerdi. Bazı günler ise görevler beni bizzat uykuya götürürdü. Birbirimizi nerede isteyeceğimizi ancak hissederek bulurduk.
Yıllardan 2021 ve 2000’ler
Hala bir iş bulamadım. Gönlümce ama huzursuzca uyuyabildiğim uykulara yatıyorum. Anneannemin kemoterapi sabahları dışında genelde 11’de uyanabiliyorum. Ve babam aradı geçenlerde. Telefonumda ne zaman kaydettiğimi hatırlamadığım şekilde; Baba diye kayıtlı olan numarası ekranıma düştü. Geri aramayı neredeyse hiç düşünmeden bildirimi ekranımdan kaldırdım. Bunu yaparken onunla ilgili neredeyse hiçbir şey hatırlamadığımı düşünüyordum. Hatırlayabildiklerimi yoklamaya karar verdim.
Bundan 6-7 yıl önce mi konuşmuştuk? Yoksa daha yakın geçmişin mi içindeydik, 3-4 yıl önce de aramış mıydı? Ve ben açmamıştım? Emin olamıyorum. Yıllar ve sayılar bu durumumuz içinde ne kadar kolay artıp geçip gitmiş... Aslında yaşarken öyle değildi. Ama kolay unutmuşa benziyorduk birbirimizi. Bir şekilde.
En son ne zaman görüşmüştük? Hatırlayamıyorum. Canım sıkılıyor. Kendimi biraz daha zorluyorum. Bu kadar uyumuş olan biri için hafızamın buraları fazla mumlayalı. Ne kadar küçüktüm onu gördüğümde? Neredeydik? Sanki 13. saniyesinde kesilmiş bir video dönmeye başlıyor aklımda.
Outlet’in Burger King’indeydik.
Ya herkes dışarıda oturuyordu ya da kimse yoktu.
Biz içerideydik. Açık sarı uzun duvarların üzerinde shutter speed ödevini andıran birkaç fotoğraf. Farlarından ışık hüzmeleri çıkan Amerikan arabaları, potaya doğru uçan basketbol topu... Kırmızı deri koltukların aralarında metal masalar ve biz. Önümde Chicken Royal. İçinden dökülmüş, mayoneze bulanmış marullar. Bu masayı kim seçti? Yerken ne konuştuk?
Birbirimizi başbaşa konuşabilecek kadar tanıyamadık. Sadece bildik. Varlığını bilen iki insan gibi hep bildik. Bir dönem büyük ihtimal sevdik. Çünkü ben yeni doğmuş, o da yeni baba olmuş gibi hissediyordu. Aramızda bir çekim vardı. Ancak o çekimden 11 yıl sonra ayrıldık. Sorunlu bir ayrılıktı. Aslında ikimizin tarafına bir ayrılık yaşanmaması gerektiği söyleniyordu ama biz yine de ayrıldık. Yorumlama yeteneğim oluştukça bu ayrılık bana ne kadar kolay ayrılınabilen biri olduğumu düşündürmeye başladı. Habersiz geçen yazlar, hiç konuşulmayan 15 tatiller, bir sonrakinin ne zaman olacağını kestiremediğim kısa ve zoraki telefon konuşmaları ile birbirimizin varlığını unutmayı seçtiğimiz çoğu günün sonrasında, genelde aynı yerden başlardık.
Nasılsın?
İyiyim, sen?
İyi.
İyi.
Okul?
İyi.
Anneannen, deden?
İyi.
Annen?
İyi.
İyi.
İyi.
Aklımdaki anı videosu 13. saniyesinde kesilmeden önce bir cümle duyuyorum. O anki yüzünü hatırlamıyorum ama dediği o cümleyi gayet iyi duyuyorum.
Senin için çalışıyorum.
Video saliselerce devam ediyor ve son olarak duyduğum cümle ile anı kapanıyor.
Tüm kazandıklarım bir gün senin olacak.
Bir video daha düşüyor aklıma belki daha kısa. Annemle babam birlikteyken de babamı son hatırladığım bu yerin yakınlarına giderdik. Outlet yerine Özdilek’te su böreği yemek aile aktivitelerimizin en sıkısıydı. Üçlü takıldığımızda tek tek konuşmamamıza gerek yoktu. Zaten onlar konuşmuyordu. Ben de kendimi muhattap olarak hissetmiyordum. Sadece birbirini yok sayarak su böreği yiyorduk. Bu bizim normalimizdi. (Büyük ihtimal kimse hayatının bu döneminden sonra mecbur kalmadıkça su böreği yemedi.)
Ben ağzıma tıkıştırdığım börek ile onları masada bırakıp koşardım. Annem o zaman konuşmaya başlardı. İçerik bir anda değişirdi. Tedirginliği tanıdık gelirdi ama asla orada ne konuşulduğunu bilmezdim. Belli ki edilmesi gereken kavgaları vardı. Parktan dönüp onlara baktığımı anımsamıyorum ama video orayı da gösteriyor. Dışarıdan bakınca bir şekilde cool görünürdüler. (Çocukluk albümümde gördüğüm birkaç fotoğraf dışında bu fikrimi destekleyecek hiçbir dayanağım yoktu ama fotoğraflarında gördüğüm; ikisi de uzun boyluydu ve birbirlerinden uzağa gülümserlerdi.)
Gerçekte ise bu görünenden daha yıkık bir takımdık.
Özdilek dönüşlerinde çikolata alınırdı. Annem babamın çikolatalarını ayırırdı. Onunkileri ikiye bölüp pudingle karıştırırdı. Babam çikolatalı pudingini yedikten sonra uyurdu. Akşam yemeğine zar zor uyanır, yemekten sonra yeniden uyur, ertesi güne anca uyanırdı…
Yıllar içinde annemle babamın evliliklerindeki uzaklaşma, geçimsizlik, aldatma ve şiddet onları birlikte hatırlayamadığım haline dönüştürdü. Onlar ayrıldıktan sonra ne kadar da bir olduğunu hatırlamıyorum ama herhangi bir düzeni ve programı olmadığına eminim, babam gelip beni alırdı.
Çok yavaş geçen bu saatlerin en sevdiğim kısımı araba kısmıydı. Radyo açılır. Cam aralanırdı. İlk nasılsın, iyi faslı bu sırada geçerdi. Düşününce üç kişi daha kolay susabilirdi. İki kişi susuyor ise sanki bir kasıt vardı. Uzaktık işte. Kimselerle hissetmediğimiz belki de hissedemeyeceğimiz o uzaklığı hissederdik birbirimize karşı. Bunu birbirimize itiraf da edemezdik. Çünkü yabancıydık. O zamanlar bunları hisseder ama ne olduğunu bilmezken babamla anlaşıyor, hatta birbirimizi tanıyor gibi yapardım. Maalesef bir umut hissetmezdim bize dair, sadece sorunsuz ayrılmak isterdim.
Araba bir noktada dururdu. Radyo kapanırdı. Yakında susacaktık...
Outlet’e gider, aynı Burger King’e oturur, aynı menüleri seçerdik. Yemekten sonra bir başka parkta tek başıma oynardım. Park yaşım geçtiğinde karnım doyunca kalkıp koşacak bir yer de kalmamıştı. O süreyi belki de birbirimize bakarak geçirdik. Hiç hatırlamıyorum. Belki bu konuştuklarım o zamanın beni için uykuyla uyanıklık arasında geçen birkaç saatti. Ama yılın çoğu günü görüşmediğimiz için radikal bir şekilde büyüyordum. Yıllar geçiyordu. Sınıflar atlıyordum.
Son bir anı videosu daha geliyor aklıma. Sonra bırakacağım yoruldum. Anının dekorunda biraz iskenderci var, biraz da Burger King… Balkan Lokantası gibi bir hali var.
Ben de gençtim diyor babam. Hatalarım için pişmanım. Mutluyum sanma sakın. Sadece evlilik bana göre değildi. Büyüyünce bunları iyi düşün. Tamam mı?
Anlıyorum, tabii ki…
Gerçekte ikimiz de çok daha eğlenceli insanlardık büyük ihtimal. Gülüşünü hayal edebiliyorum. Fakat hareket ettiremiyorum. Yakından bir fotoğraf gibi sadece bakabiliyorum. Onunla son görüşmemi nihayetinde hala hatırlayamıyorum. Belki bunlardan biriydi, belki hepsiydi, belki de hiçbiri değildi.
İlk kez folklör oynadığımda kaşık çalmıştım. Orada değildi. Lise mezuniyetimde yoktu. Çıkışta köfteciye gitmiştik. Orada da değildi. Üniversiteye girerken kamu yönetimi yazıp yazmadığımı sormuştu. Yazmamıştım. Üniversitede de görüşmedik. Üniversite mezuniyetimden de haberi yoktu. İlk paramı kazandım. O gün de haberleşmedik. Öncesinde, sonrasında görmedim onu. Nelerden hoşlanırım, nelere gülerim, paylaşma fırsatımız olmadı. Belki daha farklı şartlarda tanışsaydık… Sanmıyorum. Düşünmemiş gibi yapıyorum. Eminim başka paralellerde daha iyi iş çıkardık baba.
Acaba sen beni ne için aramıştın? Açsaydım öğrenecektim. Nerede yaşıyorsun bu arada? Ne kadar kilo aldın? Benziyor muyuz birbirimize? Dişlerin ne durumda?
Benimkiler de aynı şekilde, mineleri güçsüz. Geçen aylarda ilk kez bir evim oldu. Okullar sonunda bitti. Çok eşyam kayboldu.
Ne dünya.
İnsanlar sokakta pek rahat yürüyemiyor. Polis iyi davranmıyor. Rüyamda bazen nedense aranıyorum. Ve birçok sebepten yakalanıyorum. Bazen sınavlara giriyorum. Diyorum ben girdim. Bitirdim. Parklardan kovuluyorum. Hepimizin aklı büyük ihtimal bir şeylerle yıkandı. Herkes bir şeyleri toparlamaya çalışıyor, sırf yakın gelecekte birileri bir şeyleri başına kakarsa ben de denedim demek için.
Bir anı videosu daha geliyor aklıma. Annem ben uykumdan uyandığımda özür diliyor. Benim eski odamdayız. Yüzünde korku. Seni böyle hatırladığım için üzgünüm baba ve telefonunu açamadığım ve tüm olanlar için… Eğer bir gün yeniden hamburger yememiz gerekirse o günü merak etmiyor değilim. Bir pazartesi öğlen mesela? Ya da bir perşembe akşamı? Kim bilir.
Geçen hafta bir gün kapı çaldı. 23 Mayıs günü, saat 13 gibi PTT’nin bana getirdiği bir tebligatla icra kağıdına imza attım. Kağıdı açtığımda uzun zamandır görmediğim babamın adını gördüm. Ona ait kredi kartı borcuyla bakıştıktan sonra eş dost arandı ve karambolde geçen dakikaların sonucunda babamın artık yaşamadığını e-devlet’teki aile kayıt örneğimizden öğrendim.
Geçtiğimiz günlerde de onunla ilgili bir şeyler hatırlamaya çalışırken bu yazıyı anımsadım. 11 Mart 2021’de yazmışım. Sonra bir daha bana hiç cevapsız arama bırakmadı. Ben de ona. Sevgiler yolluyorum. İyi uykular dilerim.
Bayıldım. Ve sonuna çok şaşırdım. Ve seni seviyorum sevofdiary 🩷