Jetlag #1 Best Tanışma
Sizi buraya topladım. Belli ki bir şeyler demeye çalışıyorum. Radyodaki sayfamı yeniliyorum. Bugüne dair aklımda ne kaldıysa şimdi onları düşünüyorum.
Jetlag 96
Radyodaki sayfamda, yüzümün pek görünmediği siyah beyaz bence havalı bir fotoğrafımın altında şöyle yazıyor;
Jetlag is raw, unfiltered, and naturally crystallized Jazz, soulful R&B, Disco and Techno House. Pour, stir, and sip, while you sink into her rich grooves…of tomorrow & yesterday.
Yaa. Ne sandın.
Setin son şarkılarına geçiyorum. Sıraya Smile The Day After Today’i koyuyorum. Bir anda kollarımı amansızca yukarı kaldırmak istediğimi düşünüyorum. Başımdan çok ama çok yukarı doğru… Esniyorum. Uzun uzun. Ah. Baya esniyorum. Bugün sayısını şu anda ezbere söyleyemediğim bilmem kaçıncı radyo yayınımı yapabildiğim için kendimi kimsenin fark etmeyeceği bir şekilde tebrik ediyorum. Yine asla ve asla yapamayacağım sandığım bir Jetlag 96 seti.
Midem gurulduyor. Büyük boy bir uykuyu çekiyor canım. Telefonumun ekranı parlıyor. Ekranım “Good job Best, you burned 220 kcal!” diyor. Bildirime detaylar için tıklıyorum. Bugün 12,655 adım atmışım. Aslında sadece sabah Karaköy’e geçtim ve bir kapıdan girdim. Akşam olunca da aynı kapıdan çıktım. Çüş, ofiste 7 bin adım mı attım? Ama çok volta attım. Ondan.
Kayıt günlerinde kıçımın üstüne oturamıyorum. Çok heyecanlanıyorum ama en çok da bugünler sayesinde memnun olabilmeyi öğreniyorum. Bir çeşit irade terbiyeciliği. Bir şeyin nerede başlayıp, nasıl sallanıp, nerede durabildiğini duyuyorum. Öyle ya da böyle, bir yerde durması gerekiyor çünkü ve durduğu yerde… O yaptığın şey ile bir el sıkışıyorsun, hellaleşiyorsun. Ondan artık kurtuluyorsun ve onu bir başkasına bırakıyorsun. Senden çıktı artık dedikleri o hal. Ve bu hal sanki, bir sonraki yaptığında bırakabileceğin yerin daha ötesini müjdeliyor. Benim için ise tüm bunlar çoğu zaman bambaşka bir şahitlik ile gerçekleşiyor. Duyduğum ve düşündüğüm bu şeyleri, elimi sürmeden çalmış, tam düşünmemişken duymuş gibi hissediyorum. Ne acayip... Şahitliğin mülkiyeti.
Kayıt günleri işte bu gibi muğlak hislerle, boşlukta, ayakta, sağda, solda 220 kalori yakacak kadar gezindiriyor beni...
Hiç grubum olmadan başladığım menajerlik hayatıma 2 haftadır 1 grubu ve 2 dji ya da sanatçısı olan biri olarak devam ediyorum. Ki bu tanımlamalardan bir anda hiç emin olamadım. Temsil ettiğim insanlar müzisyen. Toplam 7 kişi. Bu menajer olma hali de 4 yılda oldu bu arada. 2 haftalık 3 grubu olan bir menajer değilimi anlatmaya çalışıyorum. Hatta genelde daha iyi anlatıyorum.
Şarkı atlıyor. Mixtape’in 19.şarkısı olan The Vibe is Right çalıyor. Barrington Levy’nin ismine bakarken saçlarımın akmış gri uçlarını parmaklarımın arasına alıyorum. Dibimi aylardır boyamadım. Kafam büyük, gri ve siyah bir kediye benziyor. Bir şekilde gözüme kötü görünmüyorum. İşte benim stilim; gelmiş dibim ve çoğunluğu annemlerin, teyzemlerin ve birçok komşu ve yakın arkadaşların ve hatta bazı bit pazarlarının elden çıkarıldığında üzülünmeyecek nadide parçaları ile aynılaşan bir gardırop içinde; öyle günler geliyor ki çıplak dışarı çıkabilmeyi hayal ediyorum. Bu saydığım katkı sunanlardan sonra beni son 4 yıl içinde edinilmiş; yeni sezon Levis’lar ve vintage görünümlü kaliteli falanlar içinde hayal etmenizi istemem. Bütçeli-vintage 2000’lerinin rüküşlüğü de bende yok. Biraz önce menajerliğimi anlatmaya çalışırkenki başarısızlığımdan sonra stilimi anlatmaya çalışırkenki bu dolmuşluk; bunlar işte hep haset, hep hasret…
Yayının chatroom’unda bana öpücük atan arkadaşlarımı geri öperken yorgun hissediyorum. Her yerde aktif olma ödevi. Hepsi 10 bin yıla kalmaz biter. Benim de 27 yaşım birkaç aya biter. Son 3 yılda bence yaklaşık 8 kilo kadar aldım, onlar da bir ara gider.
Gözlerimi kaşıyorum, saniyeler içinde oymaya dönüyor. Yarın yapmam gerekenler aklıma geliyor. Ya bir siktir. Gündüzleri ofis işim, akşamları müzisyen bebeler, ayda bir gece ya... Kendim ve kendimin. Ayda bir gece herhangi bir ailevi, sosyal, ekonomik statüm ile alakalı neredeyse -neredeyse değil- hiçbir problemimi düşünmeden sadece birkaç saat geçirmek istiyorum. Her ayın bir perşembe gecesinde Jetlag 96’yı radyoda çalıyorum. Telefonumu karada uçak moduna aldığım tek ortam. Buna hakkım olduğunu düşünmek istiyorum. Bu benim en doğal isteklerimden biri. Bu benim en doğal haklarımdan biri. Acıkmak gibi, boşaltım gibi, kafan iyiyken derin nefes almak gibi, kedileri sevmek gibi, insanların eşit olmasını istemek gibi, sınırlara inanmamak gibi... Kendimi kötü, suçlu veya aceleci hissetmeden, haftada sadece çok az saatlerce istediğim şeyi yapabilmek istiyorum. İnsanlık 101 ya. İlişkilenmelerimi, siyaseti, kalp kırıklarımı, huzursuzluklarımı, toplantılarımı, açılmamış mesajlarımı ve vesveselerimi düşünmeden sadece müzikle takılmak istiyorum. Buna hakkım var. Ben de bu dünyada yaşıyorum.
O sırada sette Send In The Clowns başlıyor. Sesi açıyorum. Salonun ortasına yatıp gözlerimi kapıyorum. Bu sabah geliyor aklıma.
Girdiğim ofis kapısından üstüme doğru nabeeerler uçuşuyor. Bazılarına değip kısaca cevaplıyorum. Tabii ki daha erken gelmeye niyetlenip geç kaldım. Kayıt odalarının yanından geçerken adımlarım hızlanıyor. Heyecanlanıyorum. Üçüncü kapıyı hızla açıyorum ve bağırmaya başlıyorum.
AAAAAAA NEEEEE!!!
Bugün en çok yüzüne bakacağım bu dört insanı sıradan kucaklıyorum. Herkesin yüksek olması üstümdeki yorgunluk tırını boşaltıveriyor. Bu günden korkan halimi bizimkilerden duyduğum “abii ben de biraz çok heyecanlıyım galiba” muadilli cümlelere katılarak defediyorum. Uzun bir stüdyo süreciydi. Hiç kısa değil ve son turlar çok az işi kaldı. Elimdeki beş uzun çekim espressoyı masaya bırakıyorum.
Benim haricimdeki bu 4 kişi kim? Fava.
Fava, benim ilk grubum. Indie, elektronik hallerle british leftfield pop havalarına bayılırlar. Şu an çalıştığım stüdyoda olmalarının sebebi ise patronlarım uzaktayken albüm kayıt günlerimizi para vermeden burada ayarlamam. Stüdyonun sakin olduğu günlerde böyle şeyler karıştırırım; genelde avrupai dini bayramlar gününde olur. Patronlarım buradan çok uzak diyarlarda, aile saadeti veya kaosu içindeyken bunu fırsat bilmem gerekir. Gündüz işime arkadaşlarımı ve tutkularımı karıştırmayı çok severim.
Fava, Instagram’dan bir avuç geç büyüyen salak çocuk gibi görünse de, çalmaya başladıklarında çok yetenekli ve kalp kırıcı kadar seksi yetişkinlere dönüşebilme gücüne sahip bir grup genç erkekten oluşuyor. Bu sebeple onları bir kere dinledikten sonra Instagram’ları da geri dönülemez şekilde değişiyor. Çok hastaları var. Benim de hepsine sıradan aşık mıyım diye düşünmüşlüğüm var. O yüzden alter egoları üzerine düşünecek epey vaktim olmuştu.
Ya dün nasıl uyuyayamadım!
Ben de çok geç daldım.
Açılrııız.
Dün gece niye uyuyacaktık abi?!
O çektiğin story’i bana atar mısın?
Best, stüdyo yeni çocuk almış. O mu alcak kaydı?
Galiba.
Toplu fotoyu mu?
Airdrop aç.
Abi almayın diyorum yeni çocuk. Benim CV’im 3 senedir sende çürüyor Best. Airdrop gitti.
Nikel bateriye vurmaya başlıyor.
HADİ.
HADİ ABİ!
HADİ. HADİ!
FONDİİİİP!
Yükselen sesler tek ortak bir kelimede birleşiyor.
OkEyeYeyyeyy!
Dikilerek boş yaptığımız stres atma small talk kakafonimizin sonunda herkese bol şans dileyip kendi kahveme 3 damla CBD, 3 damla da Devit damlatmak için kontrol odasının köşe koltuğuna geçiyorum. Stüdyo klimasını 24 dereceye ayarlıyorum. Telefonumu sessize alırken; ekranımda açık kalan son şarkı Hard Times ile bakışıyorum. Müthiş heyecan basıyor. Çaktırmıyorum. Mailimi son bir kez daha kontrol ediyorum. All is done diyor. Panik yok. PANİK YOK.
Daha önce duymadığım bir günaydınla arkamın dönük olduğu kapı açılıyor.
Günaydın. Elimi uzatıyorum. Beste ben.
Ozan. Memnun oldum.
Ben de. Menajerleriyim. Bir de burada çalışıyorum.
Ben de yeni mix mühendisiyim. Bugün birlikteyiz o zaman diyor kontrol masasına geçerken.
Öğrendiğini söyledi… Yani… Bildiğini. Pardon. Hani yeni işe başlayınca öyle denir ya. Sandalyeye yerleşirken utandırdım güzel suratlı çocuğu.
Yok. Haklısın. Acemi say beni bugün. Daha iyi hissederim.
Ben bu konularda kimin neyi bildiğini çok geç öğrendim. 2 yıldır yakın çalıştığım arkadaşıma sen mastering biliyor musun diye sormuşluğum var.
Suratında sanki iğne batmış gibi ifadeyle yarım gövde bana doğru dönüyor.
Ah, bazen gurur kırıcı olabiliyorsun yani diyor. Ardından bu kadar samimi gülmesine gerek var mıydı? Bilmiyorum. İnanmıştım zaten şaka yaptığına.
Yok. Bence bazen daha çok cahil olabiliyorum diye cevaplayıp kulağımı Fava’nın soundcheckine odaklamaya çalışıyorum. Götüm başım oynuyor. Farkındayım. SUS.
Soundcheck sorunsuz gidiyor. Elinde gitar olan adamların parmak yogası ve hand job işe yarıyor şakalarının hepsine gülüyorum. Yetiştiremeyiz diye korktuğumuz günün ilk yarısı 2,5 saat içine sığıyor. Garip. Albümün en sevdiğim şarkısının tüm gitarları ve davulları öğle yemeğinden önce alınıyor. Ne duysam beğeniyorum. Fava’nın ömrü hayatında bu kadar az sigara molası vermişliği de yok. Say maşallah!
Molaya daha yarım saatimiz var diyor Ozan. Gözlerim ateş içinde yere bakıyorum. Erken mola isterler mi, nasıl ilerleyelim? diye soruyor. Odanın gerçekliğine yeniden dönüyorum.
İsterler ama söylemeyelim. Bonus devam diyelim. Öyle gireriz molaya.
Bonus devam.
Evet. Ben ondan daha uzun gülümsüyorum ama o da gülümsüyor. Peki diyor, stüdyo mikrofonuna basıyor.
Arkadaşlar.
Evet yeni patron diye bağırıyor bizimkiler.
Yeni mi patron? Yavşaklar.
Devam bonus. Pardon. Bonus devam.
Ozan bakıp onay alıyor ve ardından bizimkilerle göz göze geliyoruz. Deliriyorlar.
Neee diyoosun?!
Devam bonus demek?! OoOoOoAHAHA. Benzeri seslerle herkes su içiyor. Abi! SAat?!
HADİ ABİ. HADİ. HADİ. Ve birkaç hadi dahayla kükrüyor Fava.
Albümde telifi için taklalar atacağımız covera bonus devam ismini taktık diye açıklıyorum.
Şarkının ismine gerek yoktu. Ozan da gayet iyi tanıyordu. Zaten bence şarkıyı yanlış okuyorum. Alberto Balsalm.
Mutluluktan ve heyecandan parmağımı ısırarak dinliyorum. Ateş gibiydi çaldıkları. Bir de öyle bir şarkıydı ki, ilk dinlediğin hissi deep freeze’den çıkartabilirdi. Buna gücü yeterdi. Volta atmaktan yorgun düşüp koltuğa bırakıyorum kendimi ve düşünüyorum.
Sanatçının yaptığı işle büyümesi işte böyle bir şeydi. Yapılan tüm zirzopluklar, her şeye dair panikler, umutsuzluklar, iyi geceler, çok daha fazla kötü geceler bazı günlerin birkaç saati içindi. Ve sonrasında hissettiğin iyilik hali; -en fazla- 1 saatlik bir adrenalin yayılımının ardından bir sonraki şovuna kadar son bulurdu. Ve buna değerdi.
6 kişi 25 metre karede Aphex Twin’i ve Fava’yı dinliyorduk. Aphex bizden saatlerce uzaklıkta belki yeni uyanmıştı. Belki de saatlerce önce. Kim bilir. Oysa düşününce…Fava’nın ne çok rezil kaydını dinlemişliğim vardı ama bugün başkaydı. Bu albüm başkaydı. Bu en büyümüş hallerinin yaptığı, severek dinlediğimiz şarkılardı. Ozan tüm sandalyesi ile bana dönüyor. Bu sefer o benden uzun gülümsüyordu. Şarkı bitiyor ve bilgisayar başına geri dönüp kayıttan çıkıyor. Bonus devam kaydı 4 dakika 21 saniye gösteriyor.
Mutlu bir öğle arası o zaman diyorum.
Ozan stüdyo mikrofonuna basıyor.
Arkadaşlar.
ABİİİİİ!
HUHHHHH.
Evet yeni patron! Gerçek yavşaklar YA.
Elinize sağlık. Afiyet olsun!
Salonda gözlerimi açıyorum. Tavana bakarken bu gecenin en çok beklediğim şarkısı çalıyor. Ayaklanıyorum. Günüme bir saygı duruşu olarak kendimi dansa kaldırıyorum. A Forest çalıyor Jetlag 96’nın bu ayki son şarkısı olarak. Harika bir cover. Clan of Xymox diye bir grubun. Diye bir grubun mu? Zarif bir anons. Öyle diyorum çünkü bu cover ile tanıdım kendilerini. İçim hala fıkır fıkır, kendim çok yorgun. Karnım acıktı. Birazdan hayvan gibi uyuyacağım. Ama önce kaşar ekmek yiyeceğim.
Evet. Yarın 8’de alarm çalacak. Yeni bir hafta şanslılar için yeniden başlayacak, bazıları için çoktan başladı bile.
Halının üstünde hareket eden ayaklarıma bakarken birçok yüz gelip geçiyor aklımdan ve birçok bunu neden şimdi hatırlıyorum anı ile içimden selam ve sevgi gönderiyorum tüm proletarya ve proletarya hissedenlere!
Bu dünya hepimiz için…
Böyle bir şey yazdığımı unutmuşum. Klasöre en son Haziran 2022’de girmişim. (25’ken, 27’lik birini yazmaya başlamışım.) Geçen gece bulduğumda epey sırıttım. Klasör ismi ile Jetlag. Klasör içinde parçalanmış birkaç bölüm ve ona dair fikirlerini de buldum. Bunlarla biraz oynayacağım. Rom-com yazmam yok mu? (Beste ve Ozan’ın aralarında neler olacak?) Yazacağım. Belki içinde biraz erotica… (Valla taslaklar da yazmışım.)
Umarım hoşunuza gider. Jetlag 2’de görüşmek üzere…
Jetlag’te neler olacaktı?
ne yalan söyliyeyim burda olmak çok iyi geldi <3