Jetlag #6 Yangın
İyilik için dans etmiştim. Yaşamak istediğim için eğlenmiştim. Yangınlar toprakları yeniliyordu.
Jetlag’te geçen hafta…
Ama burdaysan da burdasındır. Buradan yakalamak istersen bir yere gitmene gerek yok.
Her ay radyoya Jetlag 96 setimi hazırlarken çalmayı düşündüğüm histen, not aldığım şarkılardan daha uzak bir yerden başlarım. Bu ay disco çalarım dediğim ayın yayını uykuluk olur. Hüzünlü ve aksiyonsuz geçen bir ayın sonunda zır deli şeyler çalmak isterim. Aslında istediğin kadar tasarla ama sanki o ayın son haftası belirler onu nasıl hatırlayacağını…
Ve işte o haftadayız.
Last call effect miydi bu? Google it. Şöyle bir şeymiş. Özeti; sana bir araba laf söylenir ama sen sonunda duyduklarını daha çok hatırlarsın ve hissedersin.
Bu Hafta Ufukta: Aile Ziyareti
Her aile ziyaretim yaklaşırken ziyaret sırasında edilecek kavgaların rüzgarı içimde bir önceki haftadan esmeye başlar. Pek de ilginç değildir ki; ya regliden hemen önceki o ateşli-mongol dönemimde ya da reglimin ilk günlerindeki her ne diye sıfatlandırsam olabilecek o günlerde kendimi aynı yerde bulurum. Hep aynı sorular başıma üşüşür. Annemle babam konuştular mı? Konuştularsa neden konuştular? Babam ailenin çoğunluğuna göre yine hangi utanmazlığı yaptı veya yapacak? Acaba bilmediğimiz bir üvey kardeşimiz var mıydı? Ablamın keyfi nasıl, canı sıkkın mı? Dayım gelecek mi? Peki ya, teyzemler… Onlar bu iki ay içerisinde kayda değer ne yaşaMAdılar ki?
Belki de normaldi bu sorular. Olması gerektiği gibi olduğumuzu temsil ediyordu. Herhangi bir aileden beklenen ortak geçmişe sahibtik. Zaman çizelgemiz beraber geçirdiğimiz yazlar, badireler, düğünler, boşanmalar, karne günleri, kaplıca tatilleri, hastane kapıları, cenazeler ve tabii ki bolca mangaldan oluşuyordu. Porsiyonları büyük, sesleri yüksek çingenelerdik. Dışarıdan eğlenceli ve çalışkan görünen, anlaşması sevgilerine nazaran zor insanlardık.
Mesela; patavatsızlık, alınganlık, lafını bilmezlikle, nadir ama yerinde edilen küfürler, yüksek ses ve kimsenin birbirini aslında dinlememesi bizi daima bir kavgaya götürebilirdi. Hafif bir kavga iki kişinin hafif gözyaşları ile bitebilir, sağlam kavga ise tüm günü, hatta geceyi sarabilirdi. Sıra sıra veya bazen aynı anda birden fazla kişi ağlayabilir, odalar kavganın sonunu beklemeden terk edilebilirdi. Tekrardan aynı argümanlarların sunulması ile defalarca tansiyonlar yükselebilirken bu hiddette bir kavgaya maruz kalan herkes çoğu zaman perişan olurdu. Genelde bu kavgalar tüm aile fertlerinin çaresiz, işe yaramaz, kanı bozuk ve mutsuz insanlar olarak hissedinceye ve bu histen yoruluncaya kadar sürerdi. Gün sonları ise herkesin keyfine göredir. Benimki genelde yemekten sonra sinirden yediğim cipstir. Kiminin ki yatsıdan sonra Xanax, kiminin ki cam önü sigarası veya cep viskisi...
Benzeri bir kavganın ve akabindekilerin yaşandığı bir gecenin ardından ablamdan duyduğum bir duayı hatırlıyorum. Bir tür istek listesine benziyordu ama bir duaydı bu. Duyduğumda hissetmiştim. O zaman lisedeydi. Ben ilkokul. Yazlıktaydık. Ablam ve çetesi gizli gizli yenice içki içmeye başlamışlardı. Hıçkırıklarının arasında kısık kısık söylediğini duyduğum liste şuna benziyordu;
Yarın daha iyi olsun istiyorum.
Yarın daha iyi olalım istiyorum.
Kavga istemiyorum.
Evimden gülüşmeler yükselsin istiyorum.
Ben mutlu bir aile, mutlu bir dünya istiyorum.
Mutlu olmak istiyorum.
Yarın iyilikten birlik, birlikten iyilik doğsun istiyorum. (Bu anneannemden.)
Birbirimizi yanlış değil doğru anlayalım istiyorum.
Yarın her şey değişsin istiyorum.
Bazen iyi bir dua etmek isteyip nasıl edeceğimi bilemediğimde bu istek listesini içimden geçiririm.
Amin.
Bu Hafta Başında: Yangın
Ve geçen haftalar sonucunda bu hafta bitiririz diye konuştuğumuz Fava’nın albümünü cidden bu hafta bitiriyoruz.
Stüdyodaki son rötuşlu, revizesi bitmiş parçalar FAVA_YANGIN klasörüne çıktı alınırken bir sessizlik oldu. O boşluk.
Herkes bunun olduğuna birkaç dakika inanamıyor. Anlayamıyor. Çünkü uzun süre düşlenen bir işin bitmemesine bitmesinden daha alışığız. Bir işi durması gereken yerde bırakmayı, bırakamamaktan daha az biliyoruz.
Sırıtarak dururken Ozan’la göz göze geliyorum. Gözümün içine gülümsüyor. Ben zaten gülümsüyordum. Üzerimde kulak asmak istemediğim bir utangaçlık hissediyorum. Ayaklanıyorum. Bir anda hep beraber 25 metre karede ayaklanıyoruz. Bir tebrik zinciri başlıyor. Sıranın Ozan ve bana gelmesini düşünürken çok geçmeden sarılma sırası bize geliyor.
Ayağının tozuyla diyebilir miyiz? Kokusunu alıyorum. Av köpekliliğim mode on.
Gelir gelmez hem de ilk günümde derken Ozan, herkes tanıştığımız günü hatırlayarak bu duruma şaşkınlık ve sevinç sesleri çıkarıyor.
Eline sağlık. Çift sarılıyoruz. Kafamı sol omzuna geçiriyorum.
Senin de.
Diğer sarılmalarımıza göre daha uzun olan bu tebrik sarılmasından ayrılıyoruz. Kokusu üstümde kalıyor. Ben ve duyularım aq...
Benim için bir zevkti. Böyle bir işe denk geldiğim için baya mutluyum derken Ozan’ın hafif utandığını hissediyorum. Bunu duyan Fava’nın tüm fertleri baya mutlu oluyor. Görüyorum. Biz de öyle patron diyorlar. Bu yavşaklığı sevdikleri erkeklerle yapıyor erkekler. Zararsız, hoş ama bir taraftan da yavşak buluyorum. Patronmuş. Sakince gülümsemeye devam ediyorum. Genelde bana derler çünkü…
Tanışıklığın içe sinen bir işe, oradan da arkadaşlığa dönüşmesi aynı 20 metrekaredeki herkesi sarıyor ve oy birliğince hadi bunu kutlayalım içkisi içmeye karar veriyoruz. Tüm bira içilecek yerlerin dolu olduğunu gördükten sonra ilk tekelde durup Jetset’in yolunu tutuyoruz. Hafta sonuna kıyasla, hafta içi Jetset’i her zaman herkesin eğlenmesine daha çok alan vaat etmiştir. Vardığımız gibi terasa tırmanırken gün batımına yetişmek bu vaadi kanıtlıyor.
İyi ki yer bulamadık diyoruz masaya yerleşirken. Kimse fotoğrafını çekmiyor.
Kutlama içkisi olarak bir anlık heyecanla Porn Star Martini söylüyorum. Ablam aklıma geliyor. Tabii ki ondan öğrenmiştim. Geri kalanı cin tonik olan ilk içkiler hızlıca bardan yuvarlanıyor. Porn Star tabii ki bana yar olmadan ver onu bakayım diyen eller tarafından tam tur atıyor. İki dakikada Ozan’a gelen Porn Star, Ozan’ı tereddüte düşürüyor. Kaşlarını düşürerek gülüyor.
Çok az kaldı ama…
Hata ettim. Böyle olacağını biliyordum.
Tatmaktan vazgeçip Porn Star’ı bana uzatıyor. Gülüyorum.
Hayır hayır. Bak lütfen tadına, hatrım kalır.
Emin misin?
Sen de istiyorsun biliyorum.
Of. Evet. Bak? Bakıyorum.
Bak.
Çekingen ama lezzetle bir yudum alıyor. Dişleri ile alt dudağını ısırıyor. Tadını alması ile kaşları havaya kalkıyor.
Üf! Baya iyiymiş.
Bana geri gelen kadarını kafama dikip ilk içkimden 3 dakika sonra ikinci içkimi söylüyorum. Porn Star görevini yaptı. Back to basics.
1 tane cin fizz alabilir miyim?
Gün batımının ardından Jetset terasının ışıkları açılıyor. Bardan sesleniyorlar. Teras saat 22’ye kadar açık arkadaşlar, bilginize. İyi eğlenceler. İçkimi beklerken bu gecenin dj’i Sara ile tanışıyorum. 30’ların başında genç bir kadın. Önceden filmlerde set asistanlığı yapıyormuş. Ankara’dan yeni taşınmış. Kendimi, ilişkilerimi yenice keşfediyorum. Dj’liğim de bu yeniliklerden… Çok çok yeni diyor. O sırada ikinci içkisi için gelen Nikel ve Sercan’ı, Sara ile tanıştırıyorum. Sonra Ali ve Dani’yi yani tüm Fava’yı. Barda biraz eğlendikten sonra gözüm Ozan’ı arıyor. Masada tek başına yayılmış sigara içiyor. Bir eliyle ensesini ovuyor. Hot bir çocuk yaA… Beğeniyorum kesinlikle. Yanına gitmek istediğimi fark ediyorum. Ne diyeceğim? Ne demeliyim Kİ? Benden etkilenmesi için ona nasıl yaklaşMALIYIM?
Ozan’ın yanındaki sandalyeyi onun baktığı yöne benim de bakabileceğim şekilde çekiyorum. Ben de onun gibi yayılıyorum. Tütünümü çıkartırken o bardağıma bakıyor.
A-ha cin fizz! Sen kesinlikle tatlıcısın Best. Bana ilk günden beri hiç Beste dememiş olabilir miydi Ozan?
Ben kesinlikle bir tatlıcıyım. Ama durumdan duruma değişirim.
Kalan cin toniğini neredeyse bitirecek bir yudum alıyor. Bir yudumu daha var. Her hareketini takip ettiğimi fark edip kafamı indiriyorum. Aq dışarıdan sadece çocuğun ağzını izliyormuşum gibi görünüyorum ve ben de içkimden büyük bir yudum alıyorum.
Günlerin anlamına göre mi? diye soruyor. Konuyu hatırlamaya çalışıyorum.
Ya ne kadar önemli gün olursa olsun içki seçmeden önce aç mıyım tok muyum diye sorarım kendime diye sohbete geri dönüyorum. Ne kadar zarif bir düşünce…
Hı-hı diye kafa sallıyor. Hangisinde hangisisin? Cevabı suratımda arıyor. Gülüyor. Hepsinde hepsi olabilirsin.
Bu cümlesi beni bir anda çok güldürüyor. Of bu hallerimi dövücem ya, bir sakin ya...
Açken tuzlucuyum. Fesleğen, kereviz hepsine çok açığım. Ama… Karnım tok sırtım pek ise hemen yavşarım. Bu naif görüşlerimi paylaşırken bu sefer de ben Ozan’ı güldürüyorum. Bu gülüşün hissini bir yerlerden tanıyorum. Üniversite 1, kendimden büyük çocuklarla dateleşmeye çalışıyorum ve bana gülüyorlar heyecanı ama olacak o kadar. İlk kez Ozan’la ofis dışında, mail ve telefon olmadan bu kadar uzun bir anda iletişim kuruyordum.
Bundan önce neden seninle tanışmamıştık? diye konuyu amansız bir şekilde değiştiriyorum ve sorduğum an pişman ediyorum kendimi. Hemen açıklamaya başlıyorum.
Sorma fırsatım olmamıştı yani neredeydin diye. Hemen cevap veriyor üstüne.
Son 2 sene Berlin’deydim. Zateen. Bunu içimden demeyi başarıyorum.
Ondan önce üniversite için de New York’taydım.
Aa. Sen baya zenginsin? bunu dışımdan demiş bulunuyorum.
Gülüyor. Ya burs da kazandım bu arada ama. Evet… Ne diyebilirim ki, ailem zengin. Bursu da şu anda sırf gururumdan söylüyorum. Ama çalıştığımız endüstri bu iki ülkede para kazandırıyor Best, biliyorsun. Yaptığım şeyi öğrendikçe ben de kendi paramı kazandım.
Kesinlikle haklısın ya diye atılıyorum. Umarım daha çok zengin olursun ya da kazanırsın ya da nasıl istersen… Bunlar nasıl konuşulmalı hala pek bilmiyorum. Benimki bazen patavatsızlık gibi geliyor.
Yo yo. Patavatsız olacak bir durumda değiliz. Tanışıyoruz. Keyfim yerinde.
İyi bari. Tanışırken kazayla gücendirmek istemem çünkü.
İşi öğrenip öğrenmediğimi sordun beni ilk gördüğünde derken gülmeye başlıyor.
Haklı diyorum ellerimi yukarı kaldırıp.
O yüzden söyleyeceklerinde ve söylediklerinde rahat ol lütfen.
Hmm diyorum lafa girmeden önce. Galiba uzun konuşacağım.
New York’a bir süredir gitmek isteyen biri olarak çok pahalı olduğunu kafamda kodladığım için zenginliği böyle kolay çıkardım. Zenginlik-fakirlik hayat için iyi-kötü gibi kullandığım bir denklem ve zıtlık… Yoksa benim de ailem fakir değil. Ama zengin de değil ama vizyonsuz ve ailesine karşı cimri bir orta sınıf babası bir dönem bütün kararlarımızı verdiği için direkler arası konumumdan emin değilim. Gülümseyerek dinliyor. En azından öyle görünüyor.
Gayet iyi anlıyorum diyor Ozan. New York’ta ne yapmak geçiyor içinden?
Bir süredir elimde unuttuğum sigarayı şimdi yakıyorum. Biraz ses çıkartarak bir nefes veriyorum.
En dürüstü; yaşayabilmek sanırım. Bir şey yapmaktan çok, aklım bazen New York’ta yaşayabilmeyi düşlüyor. Çok romantize edilen de bir şehir tabii, o yüzden göçmen veya lokal fiyaskoları da bir o kadar beklendiktir ama Broad City yani bir yandan… Oraya varan halim ne yapar, ne yapmak ister, ne dinler, ne düşünür? Başka bir modelim mi? Yoksa Amerika’nın VAROLUŞUNA özendiğim bir yerden KESİNLİKLE değil bu varma isteği. Yani... Bilmem. Çok da spesifik bir şey geçemiyor sanırım aklımdan. Sen ne dersin? Buradaki Ozan ve oradaki Ozan ne kadar farklı?
Düşüneyim diye cevaplıyor. Masanın yakınına gelen garsondan harika bir zamanlamada birer tane cin fizz rica ediyoruz. Son kalan yudumları dikip bardaklarımızı tepsiye koyuyoruz. Normalde servis yapmıyorum ama konuşmanın önemli bir yerindesiniz diye getireceğim diyor tatlı garson çocuk. Ozan’la aynı anda eyvallah diyoruz. Kimsenin teşekkürleri seçmemesi…
Kesinlikle farklı tabii ki diyor garson giderken Ozan. Ama… Kesinlikle aynısın bir yandan da. Maruz kaldığımız şeyler şehirlere göre değişiyor. Şehrin sana sunduklarıyla rutinler yaratıyorsun. Keşiflere çıkıyorsun. Keşfettiklerinle haliyle sen de değişiyorsun. Bu değişkenlik seni bir şekilde yaşatıyor. Lisede gördüğüm sokaklardan üniversitede sabaha karşı dönerken kendimin o halini hatılıyordum. Hem çok farklıydım hem çok aynıydım. Ama senin gibi birinin New York’ta yaşayabilmesi çook beklendik. Senin şu an İstanbul’da yaşadığın hayat da Broad City gibi bir hayat değil mi? Gülüyor.
Dedikleri hoşuma gitmişti. Biraz daha konuşsun istiyordum. Mübalaağ ediyorsun! diye cevaplıyorum.
Bence etmiyorum. Yani görebildiğimi söylüyorum. Bilmiyorum buradaki Best yapmak istediği şeyi buldu mu? Yoksa zaten tüm dert bu değil mi? Belki de bu sorunun cevabından emin olmadığın için seçeneklerini çoğaltmak istiyorsundur. Hepsi mümkün. Konuşuyorum ama bilmem, biraz daha kesmezsen ben de patavatsızlık yaptığımı düşünebilirim… O yeniden gülüyor. Bense şaşırıyorum. Sonra gülmeye başlıyorum.
Bu devirde seninle böyle konuşan bir erkek bulmak ne kadar zor senin haberin var mı Ozan?
Ah, iyi bari diyor. Bu aleni iltifatımsı gözlemimle bence biraz utandırıyorum ama gram pişman değilim ve söylediğimde çok haklı olduğumu düşünüyorum. Uzun zaman sonra erkeklerden hoşlandığıma alnım ak, içim çoşku dolu. Ozan’ın haberi olmayabilir ama bu insancıklar normalde kimlerle takılıyor, kimlerle match oluyor, bir mutluluk uğruna ne boş sohbetlere, huzursuz uykulara maruz kalıyor ama biz biliyoruz! O yüzden crushıma bulunduğum iltifatımın arkasındayım.
Ben sadece herhangi bir şehrin seni seveceğine eminim diyorum. Biraz araştırma ile seçenekler belirebilir.
Ozan’ın suratına sırıtıyorum. O da bana. Geldiğimiz nokta bu.
Gayet makul. Teşekkür ederim. Sen de hoşgeldin İstanbul’a.
Hoşbuldum kesinlikle.
Cin fizzlerimizi getiren tatlı garson masaya varıyor. Ona da bir tur gülümsüyorum. O da geri bana gülümsüyor.
Posu bile getirdim diyor çocuk.
OoOoO diyoruz. Ben kartımı çıkartırken Ozan elime dokunuyor. Bu hareketi yaptım cidden derken gülüşüyoruz. Üçüncü kokteylimi Ozan ısmarlıyor. Hayata bak. Bu ne güzel bir sarhoş olmak ya! Müthiş gazım. Ozan’la bardaklarımızı tokuşturuyoruz. O sırada Nikel’in sesini duyuyorum.
Sara’nın seti başlıyor!
Yaaşasın. Dondum aq hadi içeri zaten.
Sara’nın setinden ilk tanıdığım şarkı Didi oluyor. Bu sıcak başlangıç bütün ekibi dans pistinde buluşturuyor. Ozan’ın tutuk dans etmemesine büyük rahatlıyorum. Vov! Ne güzel bir çarşamba partisi. Biz terastayken alt kat neredeyse dolmuş. Ortada biriyle sırt sırta kalıyorum. Kokusundan Sercan olduğunu anlıyorum. Gerçek bir av köpeğiyim. Ona doğru geri bırakıyorum kendimi. Çok geçmeden bana dönüyor. Cebinden çıkardığı parayı anlıma yapıştırıyor. Of! Alnımdan alıp ben de ona yapıştırmaya hazırlanırken bana taktığı 10€ ile gözgöze geliyorum.
Neden euro taşıyorsun yanında? diye bağrıyorum.
Bugün kimin albümü bitti kızım? Benim cebimde euro olmasın kimin olsun para bizde, şöhret bizde!
Alkışlar içinde Didi giderken Sara baya Afrika sesleri ile dolu bir dancehall hazırlıyor. Bir süre bizimkilerden kopup kendimle göbek atmaya dalıyorum. Kolumdan biri döndürüyor.
Fila.
Aa! Bugün nasıl bir gün aşkım? Yangın gibi burası diyor. Sarılıyoruz. Sen de yakacak mısın yoksa? diyorum.
Yok yok, ben random yanmaya geldim. Fila’nın peşinden tuvalete iniyorum. Ozan’ı Nikel ve Ali ile bara giderken görüyorum. Galiba barda Theo’yu da görüyorum. Yanındakini tanıyamadan önüme dönüyorum. Böyle bir çarşamba gecesi yaşanacak belli ki.
Albüm bitti bugün diyorum Fila’ya.
Hah! Şimdi oldu. Yukarıdaki onun deliliği. Elinize sağlık. Duruyor, gözümün içine bakıyor Fila. Eline sağlık. Bize de olsun! Sarılıyoruz.
Telefonunu ve kıvrılmış parasını geri verirken teşekkür ediyorum. Bakalım dinleyince ne diyeceksin.
Bakalım.
Sen çık ben bir de işiyeceğim.
Ben de Fava’yı tebrik edeyim diyerek ayrılıyor Fila yanımdan. İşerken Fila’nın ne kadar mütevazi, destekleyici ve beslenmeye çok açık bir sanatçı olduğunu düşünüyorum. Hemen peşinden sıfır alakayla sıcak bir korku hissediyorum. Ya Ozan gittiyse! Bu korkunun adı. Hızla toparlanıyorum. Yalandan ellerimi ıslatıyorum ve merdivenleri ikişer ikişer çıkıyorum. Kalabalıktan sıyrılıp önüm açıldığı gibi onu son gördüğüm yerde buluyorum. Oh. Bara doğru yaklaşırken ablam geliyor aklıma. Gerizekalı madem drug yapcan bari sana ikram edilenin ne olduğunu sor dediğini duyuyorum. Haklı. O her daim haklı. Şimdi ne yapıyor acaba? İşten çıktı mı? Uyudu mu? Telefonuma bakıyorum yazmamış. Kimse yazmamış. Ozan’ın yanına varıyorum.
Sana geliyordum ama şimdi dans pistine gitmeye karar verdim.
Hadi diyor. Elimden tutup piste karışıyoruz. Gerçek çingeneler için çalıyor Sara. Duyuyorum. Müziğin sana vurduğunu, sonra o müziğin senin içinde çalıştığını yaşayabildiğim anlarda şükrediyorum. Hoşuma gidiyor bu alışveriş ve dünyada insan yaşadığı sürece bu gerçek alışveriş devam edecek. Birileri herhangi bir müzik ile içinden geldiği gibi dans edecek ve bunu yapabildiği için de şükredecek. Özgürce dans etmek insanın vahşiliğinin ve naifliğinin en çoşkulu hali olarak evrimimizde kayıtlı.
Şarkı değişirken gerçekten de Theo’yu görüyorum. Birbirimizi görünce sessizce ağzımızı açıyoruz.
Ben de diyorum bu saate kadar bana niye kimse yazmamış. Çünkü evde değilmişsin diyorum sarılırken.
Bu ara yeni kocam olduğu için yokluğunu fark edemiyorum aşkım, üzgünüm.
Yeni kocası Mika’ymış biraz önce tanımadığım. Theo’yla Ozan’ı tanıştırıyorum.
Theo. Ev arkadaşım.
Ozan.
Sarılıyorlar. Theo, Ozan’a bir parça aşina olduğu için bir parantez açmaya ihtiyaç duymuyorum. İkisi de güzel surat ve vücutlarıyla birbirlerine yaklaşırken daha da hoş görünüyorlar. Maşallah.
Buradan saat 2’ye bağlanıveriyor. Bir ara Four bile uğruyor. Vallahi herkes herkesle tanıştı. Daha önceden tanışanlar tanışıklığını pekiştirdi. Jetset için plansız ama unutulmaz gece daha gibi, sıradan bir çarşamba gecesinde, en son batı doğu sentezli Asya club çalıyordu. Acımasız bir tarzmış. Kesinlikle hoşuma gitti. İstanbul bazen böyle bir yer olabiliyor işte. Ay. Yoruldum.
Bir noktada tuvalete gidiyorum. Yolda bir su alıyorum. Merdivenlerin sonunda nefessizce suyu yok ediyorum. Ara katın neon ışıklarında hiç istemediğim kadar gözüm açılıyor. Ellerimi gözlerime siper ederek olmayan magazinlerimden kaçarak hızla tuvalete gidiyorum ama giremiyorum çok sıra var. Yarın çalışmıyor muyuz lan?! Bu ne kalabalık diye sesleniyorum. Geri dönerken Ozan ile karşılaşıyorum. İkimizde gözlerimizi kısarak gülüşüyoruz sadece.
Aşağıda bir tuvalet daha var diye biliyorum diyorum.
A, öyle mi? Yoksa sen de mi oraya gidiyorsun? diyor sırıtarak. Çünkü kaybolmaktan biraz çekindim. AAAAAAA NE!
Tabii diyorum. Bu sefer ben elinden tutuyorum. Kaybolmanı hiç istemem.
Hafta sonları taşan katta şu an yere yatan 4 kişi dışında kimse yok. Merdivenleri bitiriyoruz. Kalbim patlıyor. Elinden tutarak peşimden sürüklediğim Ozan’a dönüp bakıyorum. O da bana bakıyor. Eveeet. Beni öperek tuvaletin kapısını açıyor. Ozan’la ilk öpüşmemizin Jetset tuvaletlerinden biri olacağını… Evet, düşünmüştüm. Ozan’ın dili sakince dudaklarımda dolanıyor. Kollarımı boynuna dolayarak tam tur atmasını bekliyorum. Karşılık olarak dilini öpüyorum. Gülüşüyoruz.
Çok sevindim diyor ağzımın içine.
Öpüştüğümüze değil mi? diye soruyorum.
Evet. Benim son bir aydır önemli ajandalarımdan biriydi. Bu gece rahat uyuyacağım.
Benim de. Her gün bugün ne yapmadım… Cümleyi tamamlamadan alt dudağını hafifçe dişlemeye dalıyorum.
Zamanla öpüşmenin ikimizi de deli gibi ettiği bir anda ya çıkalım diyorum.
Ya da? diyor.
Ne bileyim. Yatalım yere ya da sen çeşmenin bu tarafına geç. Belim oyuldu diyorum.
Aa! Cidden mi? Eliyle çeşmenin girdiği yeri laps diye bulup ovalıyor. Küçük öpücükler bırakıp gözümün tam içine hadi gidelim diyor. OFFF! Çok pis aşık olabilirim galiba bu çocuğa ya, hemen acilen herkesin boşalması gerekiyor.
Kendimi kıpkırmızı hissediyorum. Merdivenlerden inerken bir yangın arkamızda kalıyordu. Üstümde, dudaklarımda, kulaklarımda, ellerimde külleri. Bu yangından harika canlı çıkmıştım. Alkışlar. İyilik için çalışmıştım, iyilik için dans etmiştim. Yaşamak istediğim için yine hem çalışmıştım hem eğlenmiştim. Hoşlandığım için aşk dolmuştum. Yangınlar toprakları yeniliyordu. Ne tuhaf.
Yarın daha iyi olsun istiyorum.
Yarın daha iyi olalım istiyorum.
Kavga istemiyorum.
Evimden gülüşmeler yükselsin istiyorum.
Ben mutlu bir aile, mutlu bir dünya istiyorum.
Mutlu olmak istiyorum.
Yarın iyilikten birlik, birlikten iyilik doğsun istiyorum.
Birbirimizi yanlış değil doğru anlayalım istiyorum.
Yarın her şey değişsin istiyorum.
Amin.
Jetlag’de çaldığımız şarkıları buradan dinleyebilirsin.
Sevgiler.
Jetlag nasıl başlamıştı?